Sistem Öğretmenlerin Sesini Nasıl Kısıyor?

Alt Başlıklar

Bazı sınıflarda konuşulmayan şeyler vardır. Herkesin bildiği ama kimsenin dillendirmediği, içten içe hissedilen ama yüksek sesle söylenemeyen şeyler… Tıpkı bugün öğretmenlerin yaşadığı gibi. Öğretmenlerin sesi, yıllardır sistemin içinde kısık çıkıyor. Sadece derse girip çıkmaları değil, düşünmeleri, sorgulamaları, bir şeyleri dile getirmeleri bile riskli hale gelmiş durumda. Her konuşma, bir yanlış anlaşılma ihtimali. Her fikir, bir soruşturma ihtimali. Her itiraz, bir yalnızlaşma ihtimali.

Peki ne oldu da öğretmenlik, düşünmenin değil susmanın güvenli sayıldığı bir meslek haline geldi?
Bu yazımda öğretmenlerin neden konuşamadığını değil; neden artık konuşması gerektiğini anlatacağım. Çünkü bu sessizlik, sadece öğretmeni değil, bütün bir eğitimi susturuyor.

Öğretmenlerin Sesi Hangi Noktada Kısılıyor?

Bir öğretmenin sesi, çoğu zaman aniden değil, yavaş yavaş kısılır. Başta fikir sorulur, katkı istenir, “katılımınız bizim için önemli” denir… ama sonrasında o fikir dikkate alınmaz, o katkı görünmez olur. Bir, iki, üç derken öğretmenlerin sesi kısılmaya başlar — bazen dışardan, bazen içeriden.

Öğretmenlerin sesinin kısılması, yalnızca fiziksel sessizlikle ilgili değil. Konuşma hakkının görünmez biçimde elinden alınmasıyla ilgili. Karar süreçlerine dahil edilmeyen, yapılan uygulamalara yalnızca uyması beklenen bir öğretmenin ne kadar sesi olabilir ki zaten? İşte burada başlıyor öğretmenin özne olmaktan çıkması.

Okulda uygulanan her yeni düzenleme, öğretmenin alanını biraz daha daraltıyor. Yeni ölçme-değerlendirme sistemleri, performans raporları, standartlaştırılmış eğitim içerikleri… Öğretmenin sesi artık içerikten değil, kurallardan geçiyor.

Ne yazık ki bu duruma çoğu öğretmen zamanla alışıyor. “Bir şey söylesem ne değişecek ki?” cümlesi, sadece bir hayal kırıklığı değil, sistemin öğretmene dayattığı sessizliğin sonucu. Öğretmenin konuşma hakkı, bazen açıkça yasaklanmıyor ama dolaylı yollarla geçersiz kılınıyor. Bu da sadece iletişimi değil, öğretmenin mesleki kimliğini de etkiliyor.

Kurum İçi Sessizlik: Öğretmenin Konuşma Alanı Var mı?

Bir okul binasında koridorlar ne kadar kalabalık olursa olsun, bazı sesler duyulmaz. Öğretmenlerin sesi, genellikle toplantı salonlarında yankılanmaz. Çünkü orada konuşmak yerine uyum sağlamak beklenir.

Öğretmenin fikir belirtme özgürlüğü, çoğu zaman resmi dilin kalıplarıyla sınırlıdır. “Açık fikirli olmak” söylemde vardır ama gerçek uygulamada öğretmenin eleştirisi, ‘uyumsuzluk’ olarak etiketlenebilir. Oysa eğitim gibi dinamik bir alanda öğretmenlerin fikri, değişimin temel taşı olmalıydı.

Ama durum öyle değil. Okul içi otorite ilişkileri, çoğu zaman öğretmeni sessizliğe zorlayan bir yapıya dönüşüyor. Müdürün kararları sorgulanmaz, veliye karşı hata yapılmaz, sistemin dışına çıkılmaz… Bu görünmez kurallar, öğretmenlerin ifade alanını her geçen gün biraz daha daraltıyor.

Hele ki yeni bir öğretmenseniz, “dikkatli olman” gerektiği dostça hatırlatılır. Deneme süresinden geçiyorsundur, kadro alman gerekir… Yani sesini çıkarmadan önce birkaç kez yutkunman beklenir. Bu da zamanla öğretmenin sesinin duyulmaması gibi daha derin bir sorunu doğurur.

Bu noktada öğretmen yalnız kalmaz sadece, içsel gücünü de yavaş yavaş kaybetmeye başlar. Psikolojik güvenlik eksikse, konuşmak sadece risk almak olur ve herkesin sustuğu yerde konuşan, çoğu zaman yalnız kalır.

Müdür, Veli, Yönetmelik: Öğretmenin Üzerindeki Çoklu Baskı

Bir öğretmenin sınıfa girmesiyle bitmiyor mesaisi. Sınıf kapısının dışında bekleyen üç büyük güç var: Müdür, veli ve yönetmelik. Her biri farklı beklentilerle, farklı dillerle konuşuyor ama ortak bir etkileri var: Öğretmenin sesi bu üçlü arasında çoğu zaman kısılıyor.

Müdür, okulun düzenini sürdürmekle yükümlü. Ama bu düzen, bazen öğretmenin pedagojik kararlarına karışmaya kadar varabiliyor. Öğretmenin dersteki yöntemi, sınıfa getirdiği yenilik ya da öğrencilerle kurduğu ilişki; yukarıdan aşağıya bir bakışla kolayca ‘uygun bulunmayabilir’. Öğretmen, bir şeyleri değiştirmek ister ama düzenin dışına çıktığında yalnızlaşır.

Veli ise artık sadece eğitim ortağı değil, aynı zamanda hizmet talep eden bir müşteri gibi. “Ben çocuğum için en iyisini istiyorum” cümlesiyle başlayan talepler, öğretmeni çoğu zaman ikilemde bırakır. Öğretmenlerin bastırılması sadece yöneticilerden değil, ailelerden de gelir.

Ve elbette yönetmelikler… Kalıplar, kurallar, formlar… Herkesin aynı biçimde davranması gerektiğini varsayan bu belgeler, öğretmenin bireysel yaklaşımını törpüler. Öğretmenin ifade özgürlüğü bazen bir yönetmelik maddesinin gölgesinde kalır.

Bu üçlü baskı da öğretmeni sadece yormaz; öğretmenin içsel çatışmalarını da artırır. “Acaba yanlış mı yaptım?” sorusu, zamanla öğretmenin zihninde bir yankıya dönüşür. Öğretmenin konuşma hakkı, yalnızca resmi belgelerde değil; günlük uygulamalarda da görünmez hâle gelir.

Bu noktada öğretmen, yalnızca kendisiyle değil; sistemin çelişkileriyle de mücadele eder hâle gelir. Bu mücadele ise sessizce yürütülen bir savaş haline gelir.

Fikir Belirtmek mi, Hata Yapmak mı? Riskli Görülen Öğretmen Davranışları

Bir öğretmen düşünün: Yıllarını eğitime adamış, öğrencilerini geliştirmek isteyen, daha iyisini arayan… Ancak bir fikir belirttiğinde, bir uygulamayı eleştirdiğinde ya da sadece “başka türlü olabilir mi?” diye sorduğunda sistem ona ne diyor? “Sınırını bil.” Çünkü eğitim ortamında ne yazık ki öğretmenin fikir belirtme özgürlüğü, çoğu zaman “uyumsuzluk” olarak etiketleniyor.

Bugün birçok öğretmen, sınıfta denediği farklı bir yöntemin sonuçlarını paylaşmaktan bile çekiniyor. Çünkü eleştirinin ya da yorumun, bir tür disiplin riski yaratabileceğini biliyor. Öğretmenlikte ifade özgürlüğü, yazılı olarak tanınsa da pratiğe gelince kırılgan bir zemine oturuyor. Her yeni fikir, her alternatif ses “acaba başıma iş açar mı?” endişesiyle bastırılıyor. Bu da, öğretmenlerin sesinin kısılması anlamına geliyor.

Bu durum sadecebireysel düzeyde değil, kurumsal olarak da sistematikleşmiş durumda. Öğretmenin düşüncesine değil, sadece uygulamasına alan açılıyor. Ama bir insanın sesi sadece yaptığı işle değil, ne düşündüğüyle de var olur. “Öğretmenlerin sesi neden çıkmıyor?” diye sürekli soruyoruz çünkü fikir söylemenin risk olduğu yerde, susmak bir korunma refleksine dönüşüyor.

İfade alanı daraldığında, öğretmenin özne olma hali de kaybolur. Geriye sadece uygulayıcı kalır; karar verici, yorumlayıcı, dönüştürücü değil. Oysa eğitimde öğretmenlerin rolü, sadece müfredatı aktarmak değildir. Düşünmek, tartışmak, üretmek de bu rolün temel parçalarıdır.

Sessiz Mobbing Öğretmenin İç Sesini Nasıl Bastırıyor?

Bazen hiçbir açık tehdit yoktur. Ne yüksek sesle söylenmiş bir uyarı, ne de resmi bir yaptırım… Ama yine de öğretmen konuşamaz, yazamaz, fikrini söyleyemez. Çünkü ortam öyle şekillenmiştir ki, konuşmak başlı başına bir risktir artık. İşte tam da bu yüzden, okullarda yaygınlaşan sessizlik hâli, aslında görünmeyen ama etkili bir mobbing biçimidir.

Sessiz mobbing, öğretmenin içten içe kendini yalnız, değersiz ve susturulmuş hissetmesine neden olur. “Zaten kimse beni dinlemiyor.”, “Söylesem ne değişecek?”, “Konuşursam yanlış anlaşılırım.” gibi cümleler zihninde dönüp durur. Öğretmenin iç sesini kaybetmesi tam da burada başlar. Kendi içinde bile sustukça, dış dünyada hiç konuşamaz olur.

Bu süreçte öğretmenlerin sesi, sadece sınıfta değil, zihinlerinde de bastırılmış olur. Görünürde hiçbir sorun yokmuş gibi akan günler, öğretmenin psikolojik olarak geri çekildiği, öz güvenini kaybettiği, daha da önemlisi kendini yalnızlaştırdığı bir sürece evrilir.

Çünkü okulda kurulan güç ilişkilerinde en kırılgan olan taraf, genellikle öğretmendir. Okul içi otorite ilişkileri, açıkça dile getirilmese de hangi cümlelerin söylenip söylenemeyeceğini öğretmene sezdirir. Zamanla bu da öğretmenin özne olmaktan çıkması anlamına gelir.

Tüm bunlar yaşanırken öğretmenin yaşadığı psikolojik zorlukların görünmez olması, “idare ediyordur” zannedilmesi, sessizliği daha da derinleştirir. Oysa bu sessizlik, sadece bireysel değil, toplumsal bir kayıptır.

Öğretmenler Sustukça Ne Kaybediyoruz?

Öğretmenlerin sesi kısıldığında, sadece bireysel bir ifade özgürlüğü bastırılmış olmaz. O öğretmenle birlikte sınıftaki öğrenciler, okulun kültürü ve hatta eğitimin geleceği de sessizleşir. Çünkü öğretmenlerin sesi, bir toplumun çocuklara ne anlatmak istediğiyle ilgilidir. O ses kısıldığında, aslında hepimizin kaybı başlar.

Öğretmenlerin sesinin kısılması, sadece söz hakkının ellerinden alınması değildir. Aynı zamanda özgün fikirlerin, farklı bakış açılarının, alternatif çözüm önerilerinin de susturulmasıdır. Bu da eğitimde tek tipleşmeye, sorgulamayan yapılar kurulmasına ve nihayetinde öğrencilerin de ifade alanlarının daralmasına yol açar.

Bugün birçok öğretmen, okul içinde kendi varlığını hissettirememekten şikayetçi. Öğretmenlerin yaşadığı baskılar onları sadece yormuyor; aynı zamanda içe kapanmaya, duygusal olarak uzaklaşmaya da zorluyor. Bu da öğretmenin içsel gücünü bulmasını daha da zorlaştırıyor.

Toplum olarak şunu unutmamalıyız: Öğretmenlikte ifade özgürlüğü, sadece öğretmeni korumaz. Aynı zamanda öğrencinin daha demokratik, daha empatik bir eğitim süreci yaşamasının da önünü açar. Susturulan her öğretmen, potansiyelini gerçekleştiremeyen bir çocuğa, çözüm üretilemeyen bir probleme, konuşulamayan bir ihtiyaca dönüşür. Bu yüzden öğretmenlerin sesi, yalnızca mesleki bir araç değil; aynı zamanda toplumsal bir değer taşıyıcısıdır.

Konuşabilen Öğretmen Daha Güçlü Bir Eğitim Alanı Kurabilir mi?

Öğretmenlerin sesini duyurabilmesi, sadece kendileri için değil, tüm sınıf ve okul iklimi için bir dönüm noktasıdır.
Öğretmenlerin sesi yalnızca ders anlatmakla sınırlı kalmadığında; öğrencinin ihtiyaçları daha net anlaşılır, velilerle iletişim daha sağlıklı yürür ve meslektaş dayanışması gerçek anlamını bulur.

Ancak öğretmenlikte sesini duyurmak, ne yazık ki hâlâ bir ayrıcalık gibi algılanabiliyor. Okul içi otorite ilişkileri, kimi zaman fikir beyan etmeyi riskli bir davranış hâline getirebiliyor. Bu da öğretmenin yalnızca uygulayıcı bir role hapsolmasına, yani öğretmenin özne olmaktan çıkmasına neden olabiliyor.

Oysa konuşabilen bir öğretmen, sadece kendi sınırlarını değil; öğrencilerinin sınırlarını da genişletir.
Öğretmenlerin sesinin kısılması, eğitimde gelişim alanlarını kısıtladığı gibi, aynı zamanda bir kurumun öğrenen yapısını da boğar.

Sınıfta söz hakkı olan bir öğretmen, daha cesur kararlar alabilir; çünkü kendi sesinin değerli olduğunu bilir.
Ve unutulmamalıdır ki; kendi sesini koruyamayan bir öğretmen, öğrencisinin sesini de tam duyamaz.

Koçlukla Öğretmenin Kendi Sesine Yeniden Kavuşması

Öğretmenlerin sesi bazen dışarıdan bastırılır, bazen de içeriden kısılır. Kimseye “yanlış bir şey söylememek” adına susmaya başlayan bir öğretmen, bir süre sonra kendi iç sesini de duyamamaya başlar. Halbuki öğretmenlik, sadece bilgi aktarma değil, bir duruş sergileme mesleğidir. Bu duruşu sürdürebilmek için öğretmenin yalnızca ders materyallerine değil, kendi duygularına, düşüncelerine ve içsel gücüne de ulaşabilmesi gerekir.

Tam da bu noktada öğretmen koçluğu, öğretmenin yeniden kendisiyle bağlantı kurmasına yardımcı olur. Karşısında onu yargılamayan, sadece duymaya çalışan biri olduğunu bilmek; çoğu zaman öğretmenin ilk kez gerçekten konuşmasına olanak tanır. Sistemsel sessizliklerin içinde, öğretmenin kendi sesini yeniden duyabilmesi, özgüvenini geri kazanmasıyla mümkündür.

Birçok öğretmen için koçluk süreci, “Ben aslında ne istiyorum?”, “Ne söylemekten korkuyorum?” gibi sorularla başlar. Bu sorular da zamanla birer cevaba, sonra da eyleme dönüşür. Koçluk, öğretmenin sadece sınıfta değil, kendi hayatında da özne olmasına katkı sunar. Kendi değerini fark eden bir öğretmen, başkalarının sesini duymakla kalmaz, kendi sesini de güvenle ifade edebilir.

Eğer bu destek sürecinin öğretmen için ne anlam ifade ettiğini daha derinlemesine incelemek istersen, “Öğretmen koçluğu nedir?” başlıklı yazıma da göz atabilirsin. Orada koçluk sürecinin nasıl işlediğini, hangi alanlarda fark yarattığını daha detaylı bulabilirsin.

Daha Fazla İçerik