Öğretmen Yorgunluğu Nedir?

Alt Başlıklar

Bir sabah daha…
Alarm çalmadan birkaç dakika önce uyanan bir öğretmenin yorgun gözleri, henüz gün başlamadan bitkinliği hissediyor. Kahve kokusu bile o yorgunluğu dağıtmaya yetmiyor artık. Çünkü bu sadece bedensel bir yorgunluk değil; zihinsel, duygusal, hatta varoluşsal bir tükenmişlik hâli.

Öğretmen yorgunluğu, çoğu zaman sessizce büyüyor. Kimseyle paylaşılmayan bir iç yük gibi, derinlerde bir yerde taşınıyor. Gün içinde onlarca şeye yetişmeye çalışan, dersler arasında nefes alamayan, akşam eve geldiğinde hâlâ öğrencilerini düşünen bir öğretmenin zihni hiç dinlenmiyor. Yorgunluk artık bedenin değil, ruhun dili oluyor.

Yorgun düşen öğretmenler çoğaldıkça, bu hâl sıradanlaşıyor. Ama aslında sıradan değil. Öğretmen yorgunluğu, eğitim sisteminin en büyük alarm sinyallerinden biri hâline geldi ve bu alarmı duymayan her kurum, her yönetici, her politika; eğitimdeki gerçek sorunu kaçırıyor.

Bu yazımda, öğretmen yorgunluğunun ne anlama geldiğini, sadece fiziksel bir bitkinlikten çok daha fazlası olduğunu birlikte ele alacağız. Çünkü bu yorgunluk hâliyle baş etmek, öğretmenin kendine dönmesiyle mümkün. Bunu konuşmak ise artık bir ihtiyaçtan çok, bir zorunluluk.

Öğretmen Yorgunluğu Ne Demek?

Öğretmen yorgunluğu dediğimizde, sadece gün sonunda hissedilen fiziksel bitkinlikten söz etmiyorum. Bu çok daha katmanlı, iç içe geçmiş bir durum. Bazen sabah gözünü açarken, içinden “Bugün de nasıl geçecek acaba?” diye geçiriyor olabilirsin. Bu, sadece enerji düşüklüğü değil; öğretmenlikte duygusal yorgunluk, zihinsel dağınıklık ve hatta bazen anlamını yitirmiş bir tempo hâline geliyor.

Görünürde işler yolunda gibi duruyor olabilir. Dersler işleniyor, sınavlar hazırlanıyor, veli toplantıları yapılıyor. Ama içten içe biriken şey var: mesleki yorgunluk yaşayan öğretmenler için bu koşuşturmaca, ruhsal bir baskıya dönüşüyor. Sürekli beklenti, sürekli bir şeyleri yetiştirme zorunluluğu, sürekli bir performans hâli…

Bu yorgunluk, “tatil gelsin geçer” denilecek bir şey değil. Çünkü öğretmenlerin ruhsal yorgunluğu çoğu zaman bir tatille değil, ancak fark edilerek, adı konularak hafifliyor. Ben bunu yıllarca fark etmeden yaşadım. Hatta bunun normal olduğunu düşündüm. Ama değil. Ne kadar çok öğretmenle çalıştıysam, o kadar net gördüm ki; bu, bireysel değil; sistematik bir yorgunluk.

En kötüsü de bu yorgunluğun görünmez olması. Çünkü “öğretmenlik kutsaldır” söylemiyle, bu halin üstü örtülüyor. Oysa öğretmen de insan. Ve insan olan yorulur, tükenir, durmak ister.

Öğretmen Yorgunluğu Sadece Fiziksel mi, Yoksa Daha Derin mi?

Birçok kişi öğretmen yorgunluğunu sadece ders anlatmaktan, ayakta durmaktan ya da gün boyu konuşmaktan ibaret sanıyor. Ama gerçek yorgunluk, bedenin değil, iç dünyanın ağırlaşmasıyla başlıyor. Öğretmenlikte fiziksel ve zihinsel yorgunluk, çoğu zaman duygusal yükle birleşerek derin bir boşluk hâline geliyor. Ben de bu süreci kendi içimde yıllarca anlamaya çalıştım.

Çünkü yorgunluk sadece “yoruldum” demek değil. Kendini sürekli işe koşarken bulmak, dinlenmeye vakit ayıramamak ama asıl yorulduğun şeyin işin kendisi değil, ona eşlik eden baskı ve anlam kaybı olduğunu fark etmek… İşte mesele burada. Öğretmenlikte motivasyon kaybı da böyle başlıyor zaten. “Ben ne yapıyorum?”, “Tüm bu çabaya rağmen neden hâlâ yetmiyor gibi hissediyorum?” soruları içten içe kemiriyor.

Enerjisi tükenen eğitimci, sabah okula geldiğinde artık göz temasından bile kaçabiliyor. Çünkü içinde taşıdığı o görünmez yükle baş etmeye çalışırken, kendini korumaya alıyor. Sınıfa gülümseyerek giriyor belki ama içten içe “birazdan çökebilirim” hissiyle baş başa kalıyor.

Ve en acısı, bu durum normalleşiyor. Yorgun düşen öğretmenler, duygularını bastırmayı öğreniyor. Bu bir tür hayatta kalma refleksi. Ama uzun vadede içten içe kendini kaybetmeye yol açıyor. İşte bu noktada öğretmenin yorgunluğu, fizikselin çok ötesinde bir ruhsal yalnızlığa dönüşüyor.

Günlük Rutinde Öğretmeni Tüketen Faktörler

Her sabah aynı saatte kalkıp aynı telaşla okula gitmek… Ama mesele rutinin kendisi değil. O rutinin içinde hiç bitmeyen talepler, beklentiler ve “yetişmesi gerekenler” var. Öğretmen yorgunluğu işte tam da burada kök salıyor. Çünkü yalnızca ders anlatmakla sınırlı olmayan, okuldan eve taşan görünmez bir yük var omuzlarda.

Ders planı, veli mesajı, sınav kâğıtları, WhatsApp grupları, toplantılar, kurum içi görevler… Bir de bunların üstüne “hâlâ yeterli değilsin” hissi eklendiğinde, öğretmenlerin psikolojik yükü dayanılmaz bir hâl alıyor. Her gün koşturan, her şeye yetişmeye çalışan ama bir türlü tamamlanamayan o hâl… Bu, sadece fiziksel bir yorgunluk değil; içten içe bir tükenme.

Üstelik bu yoğunluk içinde öğretmenin kendine ait bir alanı da olmuyor çoğu zaman. Dinlenmek için değil, sadece susmak için mola veriliyor. Çünkü susmak bile lüks hâline geliyor bazen. İşte bu noktada, öğretmenlerin ruhsal ihtiyaçları neredeyse tamamen görünmez hale geliyor.

Tüm bu karmaşanın ortasında, öğretmenin güvenli alanını inşa etmesi giderek zorlaşıyor. Oysa öğretmenin psikolojik dayanıklılığını besleyen şey, sadece bireysel çabalar değil; bulunduğu ortamın da ona sunduğu destek. Tam da bu yüzden, psikolojik güvenliğin eksikliği bu yorgunluğu daha da derinleştiriyor.

Bu döngüde yalnız hissetmek kaçınılmaz oluyor. Çünkü hem işin görünen kısmı yorucu, hem de görünmeyen kısmı öğretmeni içten içe eritiyor. Ve çoğu öğretmen bu tükenişi yalnız başına göğüslüyor.

Sürekli Yorgunluk Hali Normalleşmeli mi?

İlginçtir; zamanla öyle bir hâle geliyoruz ki, öğretmen yorgunluğu artık sadece olağan değil, adeta beklenen bir şey hâline geliyor. “Zaten hepimiz yorgunuz” cümlesi, öğretmenler odasında suskun bir ortaklık yaratıyor. Kimse yadırgamıyor, kimse sorgulamıyor. Çünkü bu yorgunluk, öğretmenliğin doğasına içkin bir durum olarak görülüyor artık.

Ama bu gerçekten normal mi? Yorgun düşen öğretmenler, yıllar içinde bedenlerini ve zihinlerini bu duruma adapte etmeye çalışıyor. Oysa bu bir uyum değil, bir çöküş. Sürekli ayakta kalmaya çalışan ama içten içe tükenen bir sistemin sessiz kurbanlarıyız çoğu zaman. Öğretmenlikte motivasyon kaybı, bu normalleşmenin en acı sonucu.

Yorgunluğun kalıcılaştığı yerde, öğretmenin kendi duygularını fark etmesi bile zorlaşıyor. “Biraz dinlenince geçer” diye ertelenen bu hâl, aslında kendini sessizce büyüten bir uyarı. Mesleki yorgunluk yaşayan öğretmenler, zamanla hem öğrencilerle hem meslektaşlarla bağlarını zayıflatıyor. Çünkü duygusal olarak orada kalmak güç hâle geliyor.

Ancak asıl tehlike, bu yorgunluğun kimlik hâline gelmesi. Yani sadece öğretmenliğin değil, hayatın da “yorucu” olarak kodlanması. Bu noktada yalnızca bedensel değil, öğretmenlikte duygusal yorgunluk da öğretmenin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiliyor.

Dinlenmek Değil, Yeniden Yapılanmak: Öğretmenin İçsel Gücü

Çoğu zaman öğretmenlere verilen tavsiye aynıdır: “Biraz dinlen, kafanı dağıt.” Ama ben biliyorum ki, öğretmen yorgunluğu sadece bir hafta sonuyla, bir tatille ya da birkaç gün uykuyla geçmiyor. Çünkü öğretmen yorgunluğu yalnızca bedensel değil; zihinsel, duygusal ve hatta kimliksel bir yük hâlini almış durumda.

Enerjisi tükenen eğitimciler, kendi iç seslerini duyamayacak kadar dış taleplerle meşgul. Sürekli koşturmak zorunda kalan, okuldan eve taşıdığı stresle baş başa kalan, sürekli koşturan öğretmen kendine dönüp “Ben ne yaşıyorum?” diye soramıyor bile. Çünkü kendine alan kalmıyor.

Ama işte tam burada bir fark yaratmak mümkün. Bu yorgunluk hâli, sadece dinlenmekle değil; kendini yeniden anlamakla, içsel kaynaklarını hatırlamakla dönüşebilir. Öğretmenin kendine dönmesi, tükenen enerjinin yerine yeni bir bilinçle yeniden yapılanmayı mümkün kılar. Çünkü aslında bizde hâlâ var olan bir güç var, sadece ona ulaşmak için durmamız, bakmamız ve görmemiz gerekiyor.

Ben koçlukla tanıştığımda bunu çok daha net gördüm. Öğretmenlerin, kendileri için bir iç ses alanı açtıklarında nasıl yeniden canlandıklarına, kendi iç potansiyellerine nasıl şaşkınlıkla baktıklarına şahit oldum. Bu noktada öğretmen koçluğuyla duygusal dengeyi yeniden kurmak, sadece bir lüks değil; bir ihtiyaç hâline geliyor.

Bu dönüşüm yolculuğunda ilk adım, öğretmenin kendini “sadece yorgun” değil, bir şeylerin değişmesi gerektiğini fark eden bir birey olarak görmesiyle başlıyor.

Koçluk Desteğiyle Yorgunluğu Fark Etmek ve Dönüştürmek

Öğretmen yorgunluğu bazen o kadar içimize işler ki, adını koymadan yıllarca onunla yaşamaya devam ederiz. Sabah serviste başlayan, teneffüslerde devam eden, eve taşınan bir öğretmen yorgunluğu… Bu sadece bir fiziksel tükenmişlik değil; öğretmenlikte duygusal yorgunluk, psikolojik yük, hatta zamanla mesleki yorgunluk yaşayan öğretmenler için bir kimlik aşınmasıdır.

İşte bu noktada, dışarıdan gelen klasik çözümlerin ötesine geçmek gerekir. Koçluk, tam da burada devreye giriyor. Bu süreçte öğretmen, yaşadığı yükü dışarıdan değil, içeriden anlamaya başlar. Yorgunluğun arkasındaki ihtiyaçlarını, sınırlarını, sesini yeniden tanımlar. Çünkü aslında sorun sadece “çok çalışmak” değildir. Sorun, kendini ihmal ederek çalışmaktır.

Benim koçluk sürecimde en çok tanık olduğum şeylerden biri, öğretmenlerin farkındalık kazandıkça değişime karşı duydukları isteğin artması oldu. Bu da gösteriyor ki; çözüm, dışarıda değil içeride. Yeter ki doğru aynayı bulalım.

Bu noktada, öğretmenlerin içsel gücünü destekleyen, güvenli bir keşif alanı sunan bir yaklaşım gerekiyor. Koçluk tam olarak bunu sağlar. Eğer bu süreçle ilgili daha fazla bilgi almak istersen, “Öğretmen koçluğu nedir?” başlıklı yazıma da göz atabilirsin.

Daha Fazla İçerik