Özel Okulda Öğretmenlik Emek Sömürüsü mü?

Alt Başlıklar

Uzaktan bakınca parlak gözüküyor. Özenli binalar, iyi tasarlanmış web siteleri, sunum dosyalarıyla dolu oryantasyonlar, “kurumsal” bir hava… Ama ben özel okulda öğretmenlik yapan pek çok kişiyi dinledim ve hep aynı soruya geldik: Özel okulda öğretmenlik gerçekten bir mesleki gelişim alanı mı, yoksa görünmeyen bir emek sömürüsünün profesyonel kılığı mı?

Bu yazıyı yazarken kendimi sana karşı sorumlu hissediyorum. Çünkü ben öğretmenlerin yaşadığı sorunları dinleyen, duyan ve onların iç sesini görünür kılmaya çalışan bir öğretmen koçuyum ve biliyorum ki özel okulda öğretmenlik, sadece ders anlatmaktan ibaret değil. Düşük maaşla, yüksek beklentiler arasında sıkışmış; sürekli ölçülen, ama çok az takdir edilen bir mesleki yalnızlık da demek aynı zamanda.

“Profesyonellik” adı altında öğretmenin sınırları çiziliyor. “Eğitimde kalite” diyerek duygularına, ihtiyaçlarına, hatta insanca dinlenmeye hakkın yokmuş gibi davranılıyor. Veliyi memnun et, yöneticiyi memnun et, kurumu temsil et… Peki sen?
Sen neredesin bu sistemin içinde?

Bu yazımda özel okulda öğretmenlik meselesini bütün yönleriyle konuşacağız. Sadece zorlukları değil, bu sistemin nasıl çalıştığını; seni nasıl görünmezleştirdiğini, nasıl baskıladığını ve en önemlisi: Bu döngüyü nasıl kırabileceğini…

Çünkü öğretmen yalnızca çalışan değildir. Bir insan olarak görülmediğinde, sistem ne kadar “kurumsal” olursa olsun içeride büyük bir çürüme başlar.

Özel Okulda Öğretmenlik Ne Anlama Geliyor?

Birçok kişi için özel okulda öğretmenlik, modern sınıflarda, iyi giyimli velilerle, yüksek standartlarda eğitim vermek anlamına geliyor. Ama içeriye adım attığında, bu parıltılı görüntünün altında bambaşka bir gerçeklik olduğunu görüyorsun.
Özel okulda öğretmenlik, çoğu zaman görünmeyen kuralların, yazılmamış beklentilerin ve ölçüsüz taleplerin ortasında bir hayatta kalma çabasına dönüşebiliyor.

Dışarıdan bakıldığında bu sistem “profesyonel” görünüyor. Ama içeride çalışan öğretmen için profesyonellik, çoğu zaman bir illüzyon.
Özel okullarda profesyonellik illüzyonu öğretmene saygıdan çok, kontrol ve performans baskısı üretiyor. Bu illüzyon da zamanla öğretmenin benliğini, kararlarını ve motivasyonunu şekillendiriyor.

Birçok öğretmenle bu konuda konuştum. Hepsi şu ortak cümleye varıyor: “Bize değer veriliyor gibi ama hissettiklerimiz tam tersi.”
Çünkü özel okul öğretmeni olmak, sadece ders anlatmak değil; kurumu temsil etmek, müşteri memnuniyetini sağlamak, veliyle sürekli iletişimde olmak, organizasyonlara katılmak, krizleri yumuşatmak ve en önemlisi: Tüm bunları sorgulamadan kabul etmek anlamına geliyor.

Peki bu kabul nerede başlıyor?

Genellikle işe alım sürecinde başlıyor. Sözleşme imzalandığında bir eğitimci değil, bir “marka elçisi” oluyorsun ve zamanla şunu fark ediyorsun: Özel okulda öğretmenlik, seni öğretmen kimliğinden çok, kurumsal bir çalışan kimliğine doğru itiyor.
Kendi fikirlerin, değerlerin, hatta pedagojik ilkelerin bile çoğu zaman kurumun çizdiği sınırlarla çarpışıyor.

Ama en zoru şu: Bu çarpışma dile getirilemiyor. Çünkü “aidiyet” adı altında, bir sessizlik kültürü inşa ediliyor. Bu da öğretmenin sesini kısıyor, alanını daraltıyor.

Profesyonellik Görünümü Altında Neler Gizleniyor?

Dışarıdan bakıldığında her şey düzenli ve sistematik görünür. Kurumsal değerler, vizyon–misyon panoları, profesyonel giyim kuralları, ölçme-değerlendirme sistemleri… Ama içeriye girdiğinde şunu fark ediyorsun: Bu düzenin merkezinde öğretmen değil; görünüş, imaj, velinin memnuniyeti var.

Özel okulda öğretmenlik, profesyonellik kisvesi altında aslında ciddi bir duygusal ve fiziksel baskıya dönüşebiliyor. Çünkü bu “profesyonellik” tanımı, öğretmeni insan olmaktan çıkarıp bir role, bir temsile dönüştürüyor.
İçeride ne hissedersen hisset, yüzün gülecek. Ne yaşarsan yaşa, motivasyonun yüksek görünecek.
İşte tam da burada başlıyor özel okul öğretmenlerinin yaşadığı zorluklar.

Bu sistemin en tehlikeli yanı şu: Duygusal yükleri görünmez kılması.
Yönetici tarafından yapılan küçük imalar, mobbing sınırında dolaşan geri bildirimler, hiçbir yere varmayan öğretmen kurulları…
Tüm bunlar seni profesyonelce karşılaman beklenen bir sistemin içine hapsediyor.

Bir öğretmenle çalışırken bana şöyle demişti:
“Bazen ağlamak istiyorum ama toplantıdan önce fondötenimi tazeliyorum.”
Bu cümle beni çok derinden etkilemişti. Çünkü özel okullarda mobbing, artık fiziksel değil; duygusal, örtük ve sistematik biçimde yaşanıyor. Bu baskının adı asla doğrudan konmuyor.

Bu ortamda öğretmenin yaşadığı tükenmişlik de görünmezleşiyor.
Ama sen iyi biliyorsun: Tükenmişlik, sadece iş yükünden değil, bastırılan duygulardan da kaynaklanır. Eğer şu sıralar hiçbir şey yapmak istemiyor, sürekli bir değersizlik hissiyle boğuşuyorsan, tükenmişlik belirtilerini fark etmen belki de kendine atacağın ilk gerçek adımdır.

Çünkü özel okulda “iyi öğretmen” olmak, çoğu zaman sadece sorun çıkarmayan, fazla talepte bulunmayan, sessizce katlanan kişi olmak anlamına geliyor. Bu da bir başarı değil; bir alarmdır.

Düşük Maaş, Yüksek Beklenti: Emek Sömürüsünün Günlük Hali

Özel okulda öğretmenlik, çoğu zaman dışarıdan bakıldığında prestijli bir kariyer gibi görünür. Ama içine girdiğinde fark edersin: Asıl gerçek, bordroda yazar. Aldığın maaşla verdiğin emeği yan yana koyduğunda, bir şeylerin çok eksik olduğunu hissedersin.
İşte tam bu noktada sorulması gereken o net soruya geliyoruz:
Özel okul öğretmenleri ve emek sömürüsü yan yana yazılır mı? Ben diyorum ki: Evet, fazlasıyla.

Ders saati dışında yapılan veli görüşmeleri, hafta sonu etkinlikleri, “zorunlu gönüllü” projeler, WhatsApp’tan gece gelen veli mesajlarına cevap verme zorunluluğu…
Bunların hiçbiri ek mesai değil ama hepsi senden beklenen birer görev.
İşte bu, özel okul öğretmeni iş yükünün görünmeyen ama yakıcı tarafı. Üstelik bu yükün karşılığında öğretmenin maaşı asgari ücretle yarışıyor.

Birçok öğretmen arkadaşım aynı duyguyu yaşıyor: “Verdiğim emeğin karşılığını alamadığım gibi, bir de yetersiz hissettiriliyorum.”
Bu, yalnızca ekonomik değil, duygusal bir çöküş.
Çünkü özel okullarda öğretmenlerin iş güvencesi zayıf. Sözleşmen yenilenmeyebilir. “Kurumsal uyuma uygun bulunmayabilirsin.” Kısacası, sınır çizemeyecek kadar muhtaç hâle getirilmişsindir.

Bu da bizi daha derin bir soruya götürüyor:
Özel okulda öğretmen olmak zor mu?
Evet, zor. Çünkü bu sistemde sadece işi değil, sessizliği de yönetmek zorundasın. Sadece öğrenciyi değil, memnuniyetsizliği bastırmaya çalışan bir yöneticiyi de idare etmek zorundasın.

Bu yüzden özel okulda öğretmenlik, sabah sınıfa girip akşam eve dönmekten ibaret değildir. Her gün verdiğin emeğin “fazla” sayıldığı ama aldığın ücretin asla sorgulanmadığı bir düzende, bu emeği sürdürmek psikolojik bir savaşa dönüşür.

Öğretmen Performansı mı, Müşteri Memnuniyeti mi?

Öğrencinin notları yükseldi mi? Veli memnun kaldı mı? Öğrencinin mutluluğu değil, memnuniyeti önemli mi oldu artık? İşte tüm bu sorular, özel okulda öğretmenlik yapan birinin zihninde neredeyse her gün dönüp duruyor. Çünkü artık performans denilen şey, pedagojik kaliteyle değil; velinin algısıyla ölçülüyor.

Sınıf içindeki dengeyi sağlamaya, öğrencinin bireysel ihtiyaçlarını gözetmeye, uzun vadeli bir öğrenme süreci inşa etmeye çalışırken, sana yöneltilen ölçüt başka: “Veli memnun mu?”
Bu noktada sistem de öğretmeni eğitimci değil; hizmet sağlayıcı hâline getiriyor.

Bu da şunu doğuruyor: Eğitim değil müşteri memnuniyeti odaklılık.
Yani sen artık öğrencinin yanında değil, onun “memnun edilmesi gereken ebeveyninin” karşısındasın. Bu anlayış, öğretmeni ciddi biçimde yalnızlaştırıyor. Çünkü sen eğitimin doğruları ile ticari kaygılar arasında sıkışıyorsun.

Burada bir öğretmen arkadaşımın sözü geliyor aklıma:
“Sınıfta pedagojik olarak doğru olanı yaptığımda, idareden uyarı alıyorum çünkü veli şikâyet etmiş.”
Bu, yalnızca bireysel bir sıkışma değil; sistemin içine yerleşmiş bir yanlışı gösteriyor.
Bu yanlış da öğretmenin kurumsal yalnızlığını derinleştiriyor.

Çünkü yönetici, veliye yakın durdukça sen okulun içinde yalnız kalıyorsun.
Çünkü sistem, öğretmeni savunmak yerine onu yönetmeye çalışıyor.
Bu ortamda senin her adımın takip edilirken, duyguların hiçbir zaman sorulmuyor.

Bu yüzden özel okulda öğretmenlik, eğitim vermekten çok, beklenti yönetme savaşına dönüşüyor. Ama bu savaşta sana bırakılan tek şey yorgunluk.
Zamanla bu yorgunluk da öğretmenliğe olan inancını bile kemirmeye başlıyor.

Kurum Kültürünün Öğretmen Üzerindeki Baskısı

Özel okulda öğretmenlik sadece ders anlatmak değil, aynı zamanda bir kurum kültürünün içinde “uyumlu” kalabilme çabasıdır. Bu kültürün adı genelde “kurumsallık” olur ama içeriği sessizlik, itaati normalleştirme ve duygulara alan bırakmama üzerine kuruludur.

Bazı okullarda öğretmenler güleryüzle, takım elbiseyle ve pozitif bir enerjiyle temsil edilir. Ama bu temsilin arkasında, öğretmenin kendi varlığını ortaya koyabildiği bir alan yoktur. Kurum kültürü sana kim olman gerektiğini söyler. Nasıl davranman, nasıl konuşman, hatta nasıl hissetmen gerektiğini…

Yöneticilerin öğretmen üzerindeki baskısı çoğu zaman dolaylıdır. Açıkça söylenmez. Ama sezdirilir. Gözle, jestle, sessizlikle…
Bir veliye nasıl hitap edeceğin, hangi toplantıda ne kadar konuşacağın, hangi davranışının “kuruma zarar” sayılacağı… Bütün bunlar senin alanını daraltır.
Zamanla da şu duyguyla baş başa kalırsın: “Ben artık burada kendim olamıyorum.”

İşte bu noktada öğretmenlerin mesleki itibarı ve değersizleştirilmesi başlar.
Çünkü saygı, sadece dışarıya karşı gösterilen bir vitrin hâline gelir.
İçerideyse öğretmenin fikri alınmaz, emeği görünmez, katkısı ölçülmez.
Ama sürekli beklenti vardır: Daha fazla çalış, daha fazla motive ol, daha fazla memnun et.

Bu kültürün içinde yıllarca kalan öğretmen, zamanla kendi değerini sorgulamaya başlar.
“Acaba ben yetersiz miyim?” diye düşünür.
Ama mesele bireysel yetersizlik değil. Bu, sistemin öğretmeni sürekli aşağıda tutmak için kurduğu yapısal bir mekanizma.

Çünkü özel eğitim kurumlarında öğretmen hakları, çoğu zaman kağıt üstünde vardır ama uygulamada yoktur. Ve sen bu hakları aramaya çalıştığında, “uyumsuz” ilan edilirsin.
Sistem böyle çalışır.

Bu Koşullarda Öğretmen Kendi Değerini Nasıl Koruyabilir?

Tüm bu baskıların, beklentilerin, görünmeyen iş yüklerinin içinde bir noktada kendine şu soruyu soruyorsun:
“Ben burada değerli miyim?”
Eğer bu soruya içten içe “Hayır” cevabını veriyorsan, bu yalnızca bir kırgınlık değil, bir alarmdır.
Çünkü özel okulda öğretmenlik, zamanla seni içten içe değersiz hissettirebiliyor. Bu duygu, yalnızca çalışma ortamını değil, mesleğe olan bağını da zedeliyor.

İçinde olduğun sistem seni fark etmeyebilir. Ama sen kendini fark edebilirsin.
Ve işte burada en büyük kırılma başlıyor:
Özel okulda öğretmenlerin değersizleştirilmesi, sana içten içe susmayı, katlanmayı, “idare etmeyi” öğretmiş olabilir.
Ama artık bunun dışına çıkma zamanı gelmiş olabilir.

Benim öğretmenlerle yaptığım koçluk görüşmelerinde en çok karşılaştığım farkındalık şu oluyor:
“Ben aslında kendi değerimi sürekli başkalarının onayına bırakmışım.”
Bu farkındalıkla birlikte bir şey değişiyor. Öğretmen artık sistemi değiştiremese bile, kendi sınırlarını yeniden çizmeye başlıyor.
Bu sınırlar da seni koruyor.

Özel okulda öğretmenlik ve mesleki tatmin, ancak kendi iç gücünü hatırladığında mümkün olabiliyor.
Tatmin, sadece dışsal başarılarla gelmiyor. Bazen “hayır” diyebildiğinde, bazen bir haksızlığa sessiz kalmadığında da tatmin başlıyor.

Peki nereden başlayacaksın?
Belki de önce kendine şunu sormaktan:
“Koçluk hizmeti almalı mıyım?”
Çünkü bazen içerideki değeri yeniden görebilmek için, dışarıdan bir ayna gerekir.
O ayna, sana kim olduğunu değil, kim olmak istediğini gösterebilir.

Koçluk Süreci Öğretmenin Sınırlarını Belirlemesine Nasıl Yardımcı Olur?

Özel okulda öğretmenlik, sınırların kolayca silikleştiği bir meslek pratiğine dönüşebiliyor.
Ne zaman mola verileceği, ne kadar fedakârlığın “normal” sayılacağı, hangi davranışın “profesyonel” olup olmadığı çoğu zaman belirsiz.
Bu belirsizlik ise öğretmenin kişisel sınırlarını fark etmesini neredeyse imkânsız hâle getiriyor.

İşte bu noktada koçluk devreye giriyor.

Koçluk süreci, öğretmene hazır cevaplar sunmaz.
Aksine, öğretmenin kendi ihtiyaçlarını, sınırlarını ve değerlerini yeniden hatırlaması için alan açar.
Senin için ne sağlıklı?
Neye “hayır” demen gerekiyor?
Nerede kendinden çok fazla veriyorsun ama hiç geri alamıyorsun?

Özel okul öğretmenleri ve emek sömürüsü üzerine konuşurken bu sorular çok kritik hâle geliyor.
Çünkü bir yerde fazlaca veriyorsan ama değer görmüyorsan, bu durum sürdürülemez bir hâl alıyor.

Koçluk, öğretmenin kendini bir “kaynak” gibi değil, bir birey olarak görmesini sağlar.
Yani sınıfta sadece bilgi aktaran değil, kendi sınırlarını da bilen ve koruyan biri olmanı destekler.

Bu süreçte fark edilen en güçlü gerçeklerden biri de şu oluyor:
Öğretmenlikte başarılı olmak, tükenene kadar vermek değil.
Gerçek başarı, hem öğrencine hem kendine iyi gelecek dengede kalabilmek.
Bu da sadece içeriden başlatılabilecek bir yolculuk.

Özel okulda öğretmenlik, çoğu zaman görünmeyen yüklerle dolu bir mücadele alanı hâline geliyor. Koçluk süreci, öğretmenin bu yükleri fark etmesine, kendi sınırlarını tanımasına ve onları koruma cesareti geliştirmesine yardımcı olur. Çünkü öğretmenlik sadece başkaları için değil, kendin için de ayağa kalkmayı gerektirir.

Daha Fazla İçerik