Öğretmenlikte değersizlik hissi, ilk kez bir öğretmenin sevinçle anlattığı bir başarıya karşılık sessizlikle karşılaştığında görünür olur. Sonra o sessizlik çoğalır. Kurumdan, yöneticiden, bazen meslektaştan… Zamanla, öğretmen sadece yaptığı işin değil, kendisinin de değersizleştiğini hissetmeye başlar.
Ben bu hissi çok duyuyorum. Koçluk görüşmelerinde cümleler hep benzer:
“Hiçbir şeyim fark edilmiyor.”
“Sanki ben yokum, sadece işim var.”
“Yine nöbet listesinde ben varım.”
“Bir veli bana bağırdı ama kimse arkamda durmadı.”
Bu sadece kişisel bir kırgınlık değil. Bu, sistemin yıllardır taşıdığı yükü sessizce öğretmenin sırtına bırakmasının sonucu. Hepimizin çok iyi bildiği ama dile getirmeye çekindiği o gerçek: Öğretmenin değeri yalnızca iş üretirken ölçülüyor. Ama insan, yalnızca yaptığı işle değil, varlığıyla da anlam taşır.
Bu yazıda, öğretmenlikte değersizlik hissinin nasıl ortaya çıktığını, neye dönüştüğünü ve bir öğretmenin içsel dünyasında nasıl izler bıraktığını birlikte düşüneceğiz. Çünkü bu hissi konuşmaya başladığımızda, onu dönüştürmeye de başlayabiliriz.
Öğretmenlikte Değersizleşme Hissi Yaygın mı?
Öğretmenlikte değersizlik hissi sadece bireysel deneyimlerle sınırlı değil. Bu duygu sistematik olarak üretiliyor ve yaygın biçimde hissediliyor. Öğretmenlerle yaptığım birebir görüşmelerde neredeyse herkesin cümlelerinin bir yerinde bu duygu kendini belli ediyor. Bazen “Ben mi abartıyorum?” diye soran oluyor. Hayır, kimse abartmıyor. Bu yalnızca bir kişinin yaşadığı bir kırılma değil; mesleği taşıyan çoğu insanın içinde giderek büyüyen ortak bir yara.
Eğitim sistemi içinde sürekli değişen politikalar, artan görev tanımları, belirsiz beklentiler, öğretmeni yalnızca görevini yerine getiren bir figüre dönüştürüyor. Oysa öğretmen sadece bilgi aktaran biri değil; bir sınıfın iklimini kuran, çocukların hayatında yer eden, güven duygusunu inşa eden kişidir. Fakat bu derin rolün değeri çoğu zaman görünmez hâle geliyor.
Bugün birçok öğretmen, işini iyi yaptığı hâlde takdir görmediğini, emeğinin görmezden gelindiğini, duygularının yok sayıldığını hissediyor. Bu yalnızlaştıran süreç ise zamanla öğretmenlerin değersiz hissetmesine, mesleki motivasyonlarının düşmesine ve tükenmişlik hissinin artmasına yol açıyor.
Evet, öğretmenlikte değersizlik hissi artık çok yaygın. Bu hissi konuşmazsak, sadece öğretmenler değil, eğitim de giderek daha fazla yara alacak.
Sistem Öğretmenin Değerini Nasıl Aşındırıyor?
Öğretmenlikte değersizlik hissi, sadece öğretmenlerin içsel deneyimlerinden doğmuyor; bu duygu sistemli olarak inşa ediliyor. Yıllar içinde eğitim politikaları, yönetmelikler, reform adı altında yapılan değişiklikler hep bir şeyi görmezden geldi: Öğretmenin sesini. Karar alma süreçlerinde yok sayılan, uygulayıcı konumuna sıkıştırılan öğretmen, zamanla kendi değerine yabancılaştı. Ne düşündüğünün, ne hissettiğinin, hangi koşullarda çalıştığının pek bir önemi kalmadı.
Bugün eğitim sisteminin temel sorunu, öğretmeni yalnızca “görevini yapan bir çalışan” gibi görmesi. Oysa öğretmen, eğitim sisteminin yaşayan, düşünen ve hisseden kalbidir. Ama bu kalp, yıllardır göz ardı ediliyor. Eğitimde öğretmene değer verilmemesi artık yapısal bir mesele hâline gelmiş durumda. Yeni müfredatlar açıklanırken, reformlar tasarlanırken, sahada ne olup bittiğini en iyi bilen kişinin yani öğretmenin fikirleri sorulmuyor.
Öğretmenlerin sistemle yaşadığı çatışmaların temelinde de bu var. Sürekli değişen beklentiler, artan evrak yükü, angarya görevler… Bütün bunlar öğretmenin değerini görünmez hale getiriyor. Kendini mesleğine adamış bir eğitimci bile bu sistemin içinde bir süre sonra “Acaba ben gerçekten değerli bir iş mi yapıyorum?” diye sorgulamaya başlıyor.
Bu da bizi o kırılgan yere getiriyor: öğretmenlikte değersizlik hissi sadece bir duygu değil, aynı zamanda sistemin öğretmen üzerinde bıraktığı bir iz. Bu izi silmek ise,önce değeri gerçekten nereden kaybettiğimizi görmekle mümkün.
Toplumun Öğretmene Bakışı Neden Değişti?
Eskiden öğretmene saygı duymak neredeyse bir toplumsal refleks gibiydi. Mahallede öğretmen görünce selam verilirdi, çocuklar önünde ceket iliklerdi, veliler öğretmenin emeğini kutsal bilirdi. Bugün ise tablo oldukça farklı. Öğretmenlikte değersizlik hissi, sadece kurum içi dinamiklerden değil, toplumun genel yaklaşımındaki değişimden de besleniyor.
Artık birçok öğretmen, sokakta bile mesleğinin karşılığını göremediğini söylüyor. Velilerle yaşanan diyaloglar, sosyal medyada öğretmenlere yönelik yaklaşımlar, toplumsal hafızadaki “idealize edilmiş öğretmen kimliği” ile bugünkü gerçeklik arasında ciddi bir uçurum oluşmasına neden oluyor.
Toplumun öğretmene yüklediği rol beklentilerle sınırlı ama destekle pekiştirilmeyen bir rolde kalıyor. Böyle bir atmosferde, öğretmenlik mesleğinde görünmezlik hissi artıyor ve öğretmenlerde tükenmişlik hissi daha sık görülüyor.
Danışanlarımla yaptığım görüşmelerde, bu dışlanmışlık duygusunun zamanla içselleştiğini, öğretmenin mesleki özsaygısını zedelediğini gözlemliyorum. Özellikle öğretmenin kendini yetersiz hissetmesi gibi duygular, sadece okul ortamında değil, toplum içinde de beslendiğinde çok daha kalıcı hale geliyor.
Bu noktada öğretmenin hem kendi değerini yeniden tanımlaması hem de bu değerin toplumsal karşılığını savunması gerekiyor. Çünkü öğretmenin kendine duyduğu saygı, dışarıdan gelen onaydan daha sağlam bir temele dayanmak zorunda.
Değersizlik Hissiyle Baş Etmeye Çalışan Bir Öğretmen Ne Hisseder?
Öğretmenlikte değersizlik hissi çoğu zaman bedenin ve zihnin taşıyamadığı bir yük haline geliyor. Bu hissi yaşayan bir öğretmenle konuştuğumda, kelimelerin ötesinde bir yorgunluk duyuyorum. O yorgunluk, sadece saatlerce ders anlatmanın değil; anlaşılamamanın, takdir edilmeden emek vermenin, duygusal olarak yalnız bırakılmanın yorgunluğu.
Okulda gösterilen çabanın görmezden gelinmesi, başarıların sıradanlaştırılması ya da sorunların hep öğretmenden kaynaklanıyor gibi yansıtılması… Bunların her biri, öğretmenin iç dünyasında yankılanıyor. Bu yankı zamanla öğretmenlikte değersizlik hissine, öğretmenlik mesleğinde yalnızlık hissinin derinleşmesine neden oluyor.
Bazı öğretmenler bu durumu sineye çekerek yaşamaya devam ediyor, bazılarıysa artık hiçbir şeye karşı heyecan duymadığını söylüyor. Eğitimde öğretmene değer verilmemesi, yönetimsel sorun değil; öğretmenlerin duygusal çöküşüyle sonuçlanan bir insani meseledir.
Görüştüğüm birçok danışanım, öğretmenlikte değersizlik hissiyle başa çıkarken en çok kendi iç sesiyle kavga ettiğini söylüyor. Çünkü sistemin bir parçası olarak konumlanan öğretmen, kendi sınırlarını korumakla görevleri arasında sıkışıyor. Kendi ihtiyaçlarını dile getirdiğinde suçluluk hissediyor, sanki “fedakârlık etmeyen kötü bir öğretmen”miş gibi.
Bu noktada farkındalık çok kıymetli. Bu duyguya sahip çıkmak, onun varlığını kabul etmek ve ardından onunla çalışmak… Tam da burada koçluk desteği devreye giriyor. Öğretmenin yalnız olmadığını hissettiren, onu anlamaya çalışan, eleştirmeden dinleyen bir alan açıldığında; öğretmenlikte motivasyon kaybı yerini yeniden ayağa kalkma cesaretine bırakabiliyor.
Değerli Hissetmek İçin Ne Değişmeli? Ne Değişebilir?
Öğretmenlikte değersizlik hissiyle gelen yorgunluk, bireysel çabalarla aşılabilecek bir şey değil. Çünkü bu his, çoğu zaman öğretmenin içinden değil; dışarıdan, sistemli biçimde yükleniyor. Eğitim sisteminin öğretmeni yıpratması; beklentinin yüksek, takdirin az, sınırların ise belirsiz olduğu bir yapıdan besleniyor. Öğretmen bir şeyleri değiştirmek istediğinde, çoğu zaman yalnızlaştırılıyor. Yalnızca kendi sınıfında değil, tüm okul içinde bir görünmezlik hissi yaşıyor.
Peki ne değişmeli?
Öncelikle, eğitimde öğretmene değer verilmemesi hâlinin normalleştirilmesinin önüne geçilmeli. Kurumlar, öğretmenin sadece bir görev tanımıyla değil, duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarıyla da var olduğunu kabul etmeli. Okuldan eve taşan stres, öğretmenlerin ruhsal yorgunluğunu artırıyor ve bu, mesleki aidiyet kaybına yol açıyor. Değer görmek, yılda bir gün hatırlanmakla değil; günlük okul kültürünün bir parçası hâline gelmekle mümkün.
İkincisi, öğretmenin kendi iç sesi duyulmalı. Kendini yetersiz hissettiği anların arkasında ne var? Bu duygu gerçekten ona mı ait, yoksa dış etkenlerin ona yüklediği bir algı mı? Öğretmenin değersizlik hissini fark etmesi; onunla başa çıkmanın ilk adımıdır.
Değerli hissetmek için sistemde devrimsel değişiklikler kadar küçük ama insanca adımlar da kıymetlidir: Gerçekten dinlenmek, çabaların görünür kılınması, yalnızlığın paylaşılması… Çünkü öğretmenlik, sadece anlatmakla değil, anlaşılmakla da mümkündür. Bir öğretmen kendini değerli hissettiğinde; sadece kendisi değil, öğrencileri ve okulu da dönüşür.
İtibar Geri Kazanılmaz, İnşa Edilir: Öğretmenin Kendilik Alanını Oluşturması
Öğretmenlikte değersizlik hissi zamanla öğretmenin içsel sınırlarını aşındırır. Dışarıdan bakıldığında hâlâ ayaktadır, hâlâ sınıftadır, hâlâ anlatmaktadır… ama içten içe, kendine yabancılaşmaya başlamıştır. Çünkü yıllar içinde öğretmenin itibarı sessizce törpülenmiş, itibarsızlık sıradanlaşmıştır. Şunu da açıkça söylemeliyim: İtibar, kaybedildiğinde sadece geri alınmaz. Yeniden inşa edilir. Taş taş üstüne konarak, sabırla ve kendi içinden başlayarak.
Öğretmenin kendilik alanı; yani yalnızca mesleki değil, insani olarak da var olabildiği o özel alan, genellikle okulun gündeminde değildir. Oysa bu alan, öğretmenin kendine dair algısını, duygusal gücünü ve motivasyonunu doğrudan etkiler. Ne yazık ki, öğretmenlerin sistemle yaşadığı çatışmalar ve okul içi baskı ortamı bu alanı daraltır. Öğretmenlikte değersizlik hissi, sadece dış koşulların sonucu değil; aynı zamanda, bu kendilik alanının yok sayılmasıyla da ilgilidir.
Bu noktada devreye öğretmenin kendi farkındalığı girer. Değer görmek kadar, kendine değer vermek de güçlü bir başlangıçtır. Koçluk desteği burada sadece yön gösteren bir araç değildir; öğretmenin yeniden kendi alanını çizmesine, mesleki ve kişisel duruşunu netleştirmesine imkân tanır. Çünkü değer, dışarıdan alınan bir paye değil, içeriden inşa edilen bir hak ediştir.
Öğretmen, itibarını yeniden kurarken, sadece kendi için değil; mesleği için de örnek bir duruş sergiler. Bu duruş ise öğrencilerine de bir değer algısı taşır ve zamanla, sistemin görmezden geldiklerini görünür kılmak için sessiz ama kararlı bir direnişe dönüşür.
Koçluk Desteğiyle Bu Duygunun Arkasına Bakmak ve Güçlenmek
Öğretmenlikte değersizlik hissiyle gelen duygular kolay anlatılmaz. Hele ki yıllardır biriktirilmişse… “Benim yaşadığım değersizlik mi gerçekten?” diye sorgularken bile kendini suçlu hissedebilir bir öğretmen. Çünkü çoğu zaman bu hissin konuşulmasına izin verilmez. “İdeal öğretmen” tanımı içinde duygusal çöküşe yer yoktur. Öğretmen yalnızdır, yalnız bırakılmıştır. İşte tam bu noktada koçluk, öğretmeni “yalnız olmadığını” hatırlatan bir aynadır.
Koçluk süreci, öğretmenin yalnızca duygularını dile getirdiği bir alan değil; aynı zamanda onları dönüştürdüğü, yeniden anlamlandırdığı bir süreçtir. Öğretmenler, bu çalışmalarda sık sık şunu söyler: “Ben yıllardır böyle hissediyordum ama ilk defa bir yerde bunu konuşabildim.” İşte bu cümle bile başlı başına bir güçlenme adımıdır. Çünkü duygular görünür oldukça, öğretmenin yükü hafiflemeye başlar.
Koçluk desteği, öğretmenin sadece bugünkü sorunlarına değil, geçmişten bugüne taşıdığı tüm görünmeyen duygularına da temas eder. Öğretmenlikte değersizlik hissiyle baş etmek, onu bastırmak değil; neden orada olduğunu anlayarak ona yeniden bir yer açmaktır. En önemlisi de bu hissin öğretmenin kimliğini tanımlamadığını fark etmektir.
Güçlenmek demek, her şeye rağmen güçlü durmak değil; kendi içsel kaynaklarına tekrar ulaşabilmektir. Koçluk, öğretmenin iç sesini yeniden duymasına, kendini yeniden tanımasına ve bu yolda yalnız olmadığını hissetmesine destek olur. Çünkü bir öğretmen kendini değerli hissettiğinde, sadece kendi değil; öğrencileri, okulu, eğitimi de dönüşür. Ve belki de en çok ihtiyacımız olan şey budur.